Bayram Yüksel, Said Nursi'nin Özel Hayatını Anlatıyor


Bayram Yüksel
, aynı otomobilde bulunan Ali Uçar ve Mehmed Çiçek 19 Kasım 1997 tarihinde Almanya dönüş yolunda iken, Bulgaristan’da geçirdikleri kaza sonucunda vefat etmişlerdi.

Üç nur şehidine Cenab-ı Hak'tan rahmet dilerken ruhlarına Fatihalarımızı da gönderiyoruz.
 

HER HA­Dİ­SE­NİN İÇİN­DEY­DİK, HER ŞE­Yİ Bİ­Lİ­YO­RUZ

1950’den son­ra­ki Üs­tad ve Ri­sa­le-i Nur­lar­la alâ­ka­lı her ha­di­se­nin için­dey­dik, her şe­yi bi­li­yo­ruz.

ÜSTAD ŞA­FİÎ İDİ, FA­KAT NA­MAZ­LAR­DA RÜ­KÛ­DAN SON­RA EL­LE­Rİ­Nİ KAL­DIR­MAZ­DI

Üstad Şa­fiî idi, fa­kat na­maz­lar­da rü­kû­dan son­ra el­le­ri­ni kal­dır­maz­dı. İmam ar­ka­sın­da Fa­tiha okur­du.

As­lın­da Üs­tad azi­me­te tâ­bi olur­du. Me­se­la eli ka­na­dı­ğın­da, Şa­fiî’ye gö­re ab­des­ti bozul­ma­dı­ğı hal­de yi­ne de ab­dest alır­dı.

ÇO­RAP­SIZ NA­MA­ZA DU­RUR­DU

Üstad ab­dest­ aldıktan son­ra ıs­lak ayak­la ye­re bas­maz, he­men çorap­la­rı­nı gi­yer­di; na­maz­da ise ço­rap­la­rı çı­ka­rır, ço­rap­sız na­ma­za du­rur­du.

NA­MA­ZA DU­RUR­KEN...

Üs­tad’ımız hu­zu­ru bul­ma­dan kat’iyen na­ma­za du­ra­maz­dı. Tek­rar tek­rar ‘İlâ­hi estağfurullah, İlâ­hî es­tağ­fu­rul­lah, İlâ­hi estağfurullah…’ çe­ker, bir­den elleri­ni bağ­la­dı­ğın­da sar­sı­lır­dı. Biz de ar­ka­sın­da he­ye­can­la dururduk. Mü­ba­lâ­ğa­sız ah­şap ev sal­la­nır­dı.

KAR KIŞ FIR­TI­NA Bİ­LE OL­SA ARA­BA­YI DUR­DU­RUR NAMAZINI VAKTİN EVVELİNDE KILARDI

Üs­tad’ımız, na­maz­la­rı­nı dai­ma vak­tin ev­ve­lin­de kı­lar­dı. O ka­dar ki, di­ye­lim Emir­dağ’a gi­di­yo­ruz, kal­mış üç-beş ki­lo­met­re; kar kış fır­tı­na bi­le ol­sa Üs­tad Haz­ret­le­ri ara­ba­yı dur­du­rur, na­ma­zı eda et­tik­ten son­ra ha­re­ket et­ti­rir­di.

NE KA­DAR ACE­LE İŞ OLUR­SA OL­SUN KÜÇÜK TES­Bİ­HA­TI YAP­TI­RIR­DI

Üs­tad kü­çük tes­bi­ha­tı, ya­ni ‘Sub­ha­nal­lah, El­ham­dü­lil­lah, Al­la­h-u Ek­ber’ di­ye ya­pı­lan tes­bi­ha­tı mut­la­ka yap­tı­rır­dı.

Hat­ta bi­ze ‘Tes­bi­ha­tı­nı­zı yap­tı­nız mı?’ di­ye so­rar; ‘yap­ma­dık’ der­sek, ne ka­dar ace­le iş olur­sa ol­sun tes­bi­ha­tı yap­tı­rır, öy­le gön­de­rir­di.

Di­ğer tes­bi­hat, ace­le du­rum­lar­da yol­da, ara­ba­da da ya­pı­la­bi­lir.

DUA EDERKEN EL­LE­Rİ CAN­SIZ DUR­DUK MU UYARIRDI

Dua eder­ken Üs­tad’ımız el­le­ri­ni omuz­la­rı­na ka­dar kal­dı­rır, avuç­lar omu­za ba­kar­dı. Bazı kar­deş­lerimiz yor­gun­luk ve uy­ku­suz­luk­tan boy­nu eğik, el­le­ri can­sız dur­du mu ih­tar eder­di.

KIY­MET­Lİ EŞ­YA­LA­RI OR­TA­DA BI­RAK­MAK DOĞRU DEĞİLDİR

Üs­tad pa­ra gi­bi kıy­met­li eş­ya­la­rı or­ta­da bı­rak­tık mı bi­ze da­rı­lır­dı. ‘Kay­bo­lur­sa, aca­ba han­gi kar­de­şim al­dı, di­ye bir­bi­ri­ni­ze su­-i­ zan eder­si­niz’ der­di.

CEPTE KÂĞIT PARA TAŞIMAK

Ta­hi­ri ağa­bey bir gün Is­par­ta’dan Af­yon’a Üs­tad’ımı­zı zi­ya­re­te ge­li­yor. Ta­hi­ri ağa­bey na­maz kı­lar­ken pa­ra re­sim­li ol­du­ğu için cüz­da­nı­nı çı­ka­rı­yor, sa­bah­le­yin gi­der­ken de cüz­danı­nı unu­tu­yor...

Ga­ra­ja gel­di­ği za­man bi­let al­mak için cüz­da­nı­nı arı­yor, bu­la­ma­yın­ca ge­ri dönü­yor.

Üs­tad’ımız Ta­hi­ri ağa­be­yi gö­rün­ce, ‘Ni­ye gel­din?’ di­ye so­ru­yor. Ta­hi­ri ağa­bey, ‘Pa­ra re­sim­li ol­du­ğu için cüz­da­nı­mı çı­kart­mış­tım, bu­ra­da kal­mış, onu al­ma­ya gel­dim’ di­yor.

Üs­tad’ımız, Ta­hi­ri ağa­be­ye epey da­rı­lı­yor, ‘Bir daha böy­le yap­ma, za­ra­rı yo­ktur, ya­rım in­san ya­şa­maz’ di­yor.

ÜS­TAD ŞAP­KA­ VE KRA­VA­TA NA­SIL BA­KAR­DI?

Is­par­ta’dan Bar­la’ya Üs­tad’ın ya­nı­na gi­de­cek­tim.

Git­me­den ön­ce Sey­ra­ni ile gö­rüş­tüm. Sey­ra­ni fötr şap­ka gi­yen sa­kal­lı, mus­ka da ya­zan bir ho­ca idi. Mev­sim yaz, do­la­yı­sıy­la sı­cak ol­du­ğun­dan, Sey­ra­ni, ‘sı­cak ba­şı­na geç­me­sin kar­de­şim’ di­ye­rek ba­na bir şap­ka ver­di.

Bar­la’ya va­rın­ca be­ni Zü­be­yir ağa­bey kar­şı­la­dı, ba­şım­da­ki föt­rü gö­rün­ce, ‘Aman Bay­ram kar­deş, Üs­tad gör­me­sin!’ de­di ve şap­ka­yı alıp kes­ti. Ben o za­man kü­çük ve ye­ni idim.

Üs­tad kra­va­ta hiç­bir şey de­mez­di; hat­ta Zü­be­yir ağa­bey Af­yon mah­ke­me­si­ne kra­vat­la ge­lir­di. Yal­nız Üs­tad şap­ka­ya çok üzü­lü­yor­du...

ÇA­YI ‘KIT­LA­MA’ İLE İÇ­ME­Yİ TEŞ­VİK EDER­Dİ

Üs­tad Haz­ret­le­ri ça­yı ‘kıt­la­ma’ ile iç­me­yi teş­vik eder­di; hat­ta be­ni, ‘Kıt­la­may­la içer­sen üç se­fe­re ka­dar sa­na mü­sa­a­de var’ di­ye teş­vik et­miş­ti. Ken­di­si de es­ki­den kıt­la­ma içer­miş, ama yaş­la­nın­ca li­mon­lu ve şe­ker­li iç­me­ye baş­la­dı.

ÇA­YA MUT­LA­KA Lİ­MON İS­TER­Dİ, LİMON YOKSA…

Üs­tad’ımız ça­ya mut­la­ka li­mon is­ter­di. Eğer li­mon yok­sa gi­dip bak­kal­dan li­mon tu­zu al­dı­rır­dı.

ET YER­Dİ

Ba­zı kar­deş­ler Üs­tad’ın et ye­me­di­ği­ni söy­lü­yor­lar­mış. Yok böy­le bir şey... Üs­tad 15 gün­de bir ko­yun eti yer­di. İne­ğin de yo­ğur­du­nu yer­di.

BO­ŞAN­MA­YA RA­ZI OL­MAZ­DI

Bay­ram ağa­bey, ba­zı kar­deş­le­rin yan­lış ev­li­lik yap­tı­ğı­nı, son­ra da bo­şan­ma­ya kal­kış­tı­ğı­nı söy­le­di; “Üs­tad’ımız bo­şan­ma­ya kat’iyen kar­şıy­dı, bo­şan­ma­ya ra­zı ol­maz­dı” de­di.

DERSA­NE ANAH­TA­RI YA­NI­MIZ­DA Bİ­RİK­MİŞ­Tİ

Üs­tad’ımız ders­ha­ne­le­re çok önem ve­rir­di.

Üs­tad Haz­ret­le­ri, bir ders­ha­ne açı­lı­şı ol­du mu, mut­la­ka ken­di gi­der­di. Gi­de­mez­se biz­le­ri gön­de­rir­di.

O ders­ha­ne­yi açan­la­ra, ‘O be­nim evim­dir!’ der­di. Ci­var­dan ders­ha­ne açıp zi­ya­re­ti­ne ge­len­le­ri, mut­la­ka ka­bul eder­di. Bun­lar açı­lan ders­a­ne­le­rin anah­tar­la­rı­nı ge­ti­rip Üs­tad haz­ret­le­ri­ne ve­rir­ler­di. Böy­le­ce bir­çok dersa­ne anah­ta­rı ya­nı­mız­da bi­rik­miş­ti.

Zİ­YA­RE­Tİ­NE Bİ­Rİ­Sİ GEL­Dİ­Ğİ ZA­MAN ÖN­CE İKİ ŞEY SO­RAR­DI

Üs­tad’ımız zi­ya­re­ti­ne bi­ri­si gel­di­ği za­man ön­ce iki şey so­rar­dı:

  1. Ri­sa­le-i Nur­la­rı oku­yor mu­sun?
  2. Bu­lun­du­ğun mu­hit­te ders­ha­ne var mı, ders­le­re gi­di­yor mu­sun?

TARİHÇE-İ HAYAT’I KİM YAZDI?

Yeğeni Abdurrahman ağabey yazdı, on­lar kı­say­dı.

Son­ra Zü­be­yir ağa­bey yaz­dı, Sun­gur ağa­bey yaz­dı, biz yar­dım et­tik.

Son­ra ağa­bey­ler Üs­tad’a tak­dim et­ti­ler, Üs­tad üç ke­re oku­du, ken­di­ne ve ke­ra­met­le­ri­ne ait kı­sım­la­rı çı­kart­tı.

Ta­rih­çe-i Ha­yat için ‘On or­du kuv­ve­tin­de­dir’ der­di.

Ta­rih­çe-i Ha­yat’ı oku­ma­yan, bil­me­yen ri­sa­le­ler­den tam fe­yiz ala­maz.

DÜN­YEVÎ İŞ­LER­DE ÇA­LI­ŞAN­LAR DA ‘TA­LE­BE’ SI­NI­FI­NA D­HİL OLA­Bİ­LİR­LER Mİ?”

S: Üs­tad’ımı­zın ‘ri­sa­le­le­ri ken­di ma­lı gi­bi bi­lip sa­hip çık­ma’ şar­tıy­la ‘ta­le­be’ sı­nı­fı­na dâ­hil ol­ma­ya, bi­zim gi­bi bir iş­te ça­lı­şan­lar na­sıl nail ola­bi­le­cek­tir?

C: “Ni­yet­le... Her şey­de ve iş­te, hat­ta bir kâ­ğıt ve ka­lem gö­tü­rür­ken bi­le hiz­met ni­yet edilir­se dâ­hil olu­nur.”

YE­Nİ YA­ZI­YI NA­SIL TASH­İH EDER­Dİ?

Bu so­ru­ya mem­nun ol­dum. Es­ki ya­zıy­la ta­kip eder­di. Bir kar­de­şe ye­ni ya­zı­yı oku­tur, ken­di­si ta­kip eder­di.

YAZACAĞIMIZ MEKTUPLARI TARİF EDER BİZ ÖYLE YAZARDIK

Bir mek­tup gel­di mi, ‘Bay­ram bu­nu şöy­le şöy­le yaz’ der, biz de he­men ya­zar­dık. Üs­tad ya tash­ih, ya tas­dik eder­di...

Üs­tad, ‘İh­tar var, he­men kâ­ğıt ka­lem ge­ti­rin’ de­di mi, he­pi­miz ko­şar ge­ti­rir­dik. Üs­tad çok hız­lı söy­ler, çok hız­lı yaz­dı­rır­dı. O ka­dar ki ço­ğu­muz ya­rı yol­da ka­lır­dık...

SEM­BO­LİK PA­RA­LAR­LA HİZ­ME­TE İŞ­Tİ­RAK ET­Tİ­RİR­Dİ

Üs­tad’ımız hiz­met kas­tıy­la Ri­sa­le-i Nur­la­rı gön­der­me­den ön­ce bü­tün kar­deş­ler­den kitap­la­rın be­de­li­ne sem­bo­lik pa­ra­lar ala­rak iş­ti­rak et­ti­rir­di; 25’er ku­ruş gi­bi...

Bu ve­si­ley­le kardeş­ler hiz­me­te iş­ti­rak et­miş olur­lar­dı.

ZE­K­TI Rİ­SA­LE-İ NUR ALA­RAK Kİ­TAP OLA­RAK VER­ME­Yİ…

Üs­tad’ımız, ze­kâ­tı Ri­sa­le-i Nur ala­rak ki­tap ola­rak ver­me­yi tav­si­ye eder­di.


Kaynak: Ömer Özcan: Ağabeyler Anlatıyor-1

Copyright © 2025 SaidNur.net | Gizlilik | Tüm Hakları Saklıdır.