İŞTE ÜSTAD BEDİUZZAMAN HZ.LERİ..
(Harika bir gerçek hatıra.)Sene 1950..
PAKİSTAN Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ali Ekber Şah, resmi bir ziyaret için Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin davetlisi olarak Türkiye'ye gelir.
Misafir Bakan bir ara, Bediüzzaman Hazretleri'ni ziyaret etmek arzusunu dile getirir...
Milli Eğitim Bakanı merhum Tevfik ileri Salih Özcan abiyi makamına çağırarak misafir bakanı Üstad'a götürmesini rica eder. Ancak bu ziyarete gidiş ve gelişten kimsenin, özellikle de basının haberi olmasın diye tembih eder...
Misafir Bakanı alarak, hiç kimseye haber vermeden, taksi ile Emirdağ ilçesine giderler. Yolda giderken misafir Bakan Ali Ekber Şah sorar:
“-Üstadın kaç tane taksisi var?
“-Üstadın hiç taksisi yok! Herhangi bir kente gitmek isterse umumi arabayla gider.” söyler Salih abi...
Taksinin içerisini bir sessizlik alır. Bir miktar yol aldıktan sonra, yine sayın misafir Bakan sorar:
“-Üstadın kaç apartmanı var?”
“-Üstadın apartmanı olmadığı gibi, şahsına ait oturacak evi de yoktur.
“-Mübalağa ediyorsunuz. Ben İstanbul'da sordum, Üstad'ın Türkiye'de bir milyonun üstünde talebesi varmış. Bunun her biri bir lira hediye verse, bir milyon lira yapar. Nasıl olur da, Üstad'ın apartmanı evi olmaz ?” der...
Salih abi: Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, suret-i kat'iyyede hediye almaz. Bu hayatının vazgeçilmez bir düsturudur. Kimsenin minneti altına girmek istemeyen bir fıtrata sahiptir. Şimdi gittiğimiz zaman göreceksiniz. Kira ile ahşap bir evde oturmaktadır, der...
Bu tür konuşmalarla birlikte Emirdağı'na yaklaşırlar. Şehre girecekleri sırada yola çıkarak “dur” işareti veren Üstad'ın hizmetkarı Zübeyr abi görünür. Ve hemen şoföre “dur” denir. Taksi durar. Zübeyr abi yaklaşarak, “ Üstad, misafirini bekliyor, buyurun” der...
Hareketimizi hiç kimseye duyurmadığımız halde, Üstad kendisine misafir geldiğini nereden öğrendi? der Salih Özcan abi.. Zübeyr abiyi de taksiye alarak, Üstad'ın evinin önünde durarlar. Üstad'ın bulunduğu odaya birlikte girerler...
Bediüzzaman Hazretleri misafirini görür görmez ayağa kalkar ve “Hoş geldin kardeşim Ali Ekber Şah” diyerek, sünnet üzere kucaklaşırlar. Ve yere serilmiş olan mindere bağdaş kurarak, otururlar... ne koltuk ne doğru dürüst bir halı vardır... o kadar mütevazi bir eve gelmesi bakanı hayrette bırakır... Üstad'ın Ali Ekber Şah' ı ismen karşılaması da oradakileri hayretler içerisinde bırakır. İçlerinden “Bu, bal gibi Üstad'ın kerametidir” derler...
Ali Ekber Şah, Pakistan ulemaları ile birlikte, İslam'ın mukadderatına dair, 70 sual hazırlamıştır. Bu sualler listesini cebinden çıkartarak, sorma fırsatını bulamadan, Üstad Ali Ekber Şah'a hitaben :
“Ali Ekber Şah kardeşim, sizin hatırınıza şöyle bir şey gelebilir. Biz o meseleyi Risale-i Nur'un falan yerinde şöyle hallettik” diye diye, Ali Ekber Şah'ın sormak istediği bütün sualleri tatminkar bir şekilde cevaplandırır...
Bu hali gören misafir Bakan, sevinç gözyaşları dökerek, öpmek için Üstad'ın ellerine sarılır ve hıçkırarak Üstad'a :
“-Efendim ben burada bir hafta kalmak istiyorum. Bana ders verir misiniz?” der...
“-Ben siyasetçileri kabul etmem. Sizi bu defa kabul ettim. Bir daha da kabul etmem. Fakat size verdiğim bu ders yirmi senelik derstir... Seni yirmi senelik bir talebem olarak kabul ediyorum .” der..
Bakan: “Üstadım… Türkler sizin kıymetinizi bilmiyorlar. Ben sizi Pakistan'a götüreyim.” size orada bir villa tahsis edelim... yüksek bir maaş bağlayalım... koca üniversiteler ve medreseleri emrinize verelim, orada istediğiniz gibi hizmet edersiniz... bakın size burada zulmediyorlar, zehirliyorlar hapislerden hapislere atıyorlar... Ne olur bizimle gelin der...
Üstad: “Hayır. Yara burada başladı. Burada tedavi görecek. Bu millet bin sene Alem-i İslam'ın bayraktarlığını yaptı. Bundan sonra da yapacak. Ben, eğer şimdi Mekke'de , Medine'de olsaydım, bu hizmet için buraya gelmeye, kendimi mecbur bilirdim .” der...
Misafir Bakan çok üzülerek izin ister otele döner... Üstad'ın “siyasetçi olduğunuz için sizi ikinci bir defa ziyaretime kabul etmem” sözüne çok müteessir olan sayın Bakan, o gece uyuyamaz, yatağın içinde durmadan hıçkıra hıçkıra ağlar.. Üstadı bir daha görememek endişesi onu çok müteessir etmiştir...
Ertesi gün Ankara'ya müteveccihen hareket hazırlığı içerisindeyken, Zübeyr abi gelerek, “Üstad misafirini yolcu etmek için geliyor” der. Bu tebşirat sayın Bakan'ı o kadar sevindirir ki; “Hani, nerede, sahi geliyor mu?” diyerek sevincinden ne yapacağını şaşırır... Bu sırada Üstad hazretleri teşrif eder . Taksiye üstadı ve Zübeyr abiyide alarak hareket eder...
Kasabanın dışına çıktıklarında Üstad :
“-Biz burada inelim” der. Taksiden inerler. Vedalaşma faslındayken Ali Ekber Şah bir paket çıkararak:
“-Efendim, bu kumaşı özel olarak sizin için Pakistan'da dokuttum. Lütfen kabul buyurmanızı ve bir elbise yaptırmanızı rica ediyorum .”
Üstad: “Ali Ekber Şah kardeşim, hediyeni aldım, kabul ettim. Bende size hediye ediyorum. Benim namıma kendiniz elbise yaptırarak giyin.” der...
Ali Ekber Şah her ne kadar ısrar etti ise de değişen bir şey olmaz. Kumaşı gerisin geriye almak mecburiyetinde kalan sayın Bakan, bu defa bir kese altın çıkararak:
“-Üstadım bu altınları Pakistan'dan sizin için getirdim. Lütfen bunu kabul buyurun” der.
Üstad: “Ali Ekber Şah kardeşim, aldım, kabul ettim. Bende size hediye ediyorum. Siz harcayın.” Der...
Bu defa sayın Bakan altınları alması için fazla ısrar eder. Zübeyir abi müdahale ederek ;
“-Efendim, fazla ısrar etmeyin . Üzüyorsunuz. Üstadın bu düsturunu bozması mümkün değil” der...
Ali Ekber Şah, gözyaşlarıyla Üstad'dan ayrılır... Bir islam aliminin bu kadar yoklukla servetten uzak yaşaması, ona teklif edilen altın ve hediyeleri kabul etmemesi onu derinden etkiler...