Masum Kalblerin Yardımına Koşmak
Teessür ve ızdırab karşısında kalbden bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.İşte sizin vereceğiniz beraet kararı; İslâm gençliğinin, İslâm dünyasının bu dehşetli âfetten tesirli bir şekilde kurtulmasına sebeb olacaktır. Ve beni Bedîüzzaman ve onun eserlerine kopmaz bir bağla bağlayan saikten biri de budur.
Şualar – 550Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed
tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle
bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir
vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün ﺍَﻟْﻤَﻮْﺕُ ﺣَﻖٌّdavasını, cenazelerinin
mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr
etmekle olur. Madem manevî hâcat-ı zaruriyeye istinad eden manevî vazifeler
var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası
ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan
imandır ve imanın ders ve takviyesidir.
Lemalar – 173
Evet her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan
istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, "Zarurettir, ne
yapalım?" der. Demek ki, Risale-i Nur şakirdleri bu açlık ve zaruret
musibetine karşı, yine Nur'la mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız
kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye
mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.
Kastamonu – 201
..başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir.
Kastamonu – 202
Nev'-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet
fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı
dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviyeyi
bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında,
o Cennet ile bir ümid bulup mesrurane yaşayabilirler. Meselâ Cennet
fikriyle der: "Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet'in bir
kuşu oldu. Cennet'te gezer, bizden daha güzel yaşar." Yoksa her vakit
etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zaîf bîçarelerin
endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr
ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi
öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.
Şualar – 182
Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet
isterler, şefkat beklerler. Bunlar da zaaf ve acz ve iktidarsızlık
noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir,
istidadları mes'udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müdhiş ehval ve
ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o
masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu
terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve
ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl
olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye
tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara
çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o
masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük
kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar
tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet
derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez
bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle
yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa,
divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye
sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için,
beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev'inden, vahşiyane bir gadirdir, bir
zulümdür.
Mektubat – 421
.. gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı;
kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır.
Mektubat – 422
Hem meleklere imanın saadet-i dünyeviyeye medar cüz'î bir numunesi şudur
ki: İlmihalden iman dersini alan bir masum çocuğun, yanında ağlayan ve masum
bir kardeşinin vefatı için vaveylâ eden diğer bir çocuğa: "Ağlama,
şükreyle.. senin kardeşin meleklerle beraber Cennet'e gitti; orada gezer,
bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak, heryeri seyredebilir."
deyip, feryad edenin ağlamasını tebessüme ve sevince çevirmesidir.
Şualar – 259
Hem peder hem vâlide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok
meşakkat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnız veledin dünyada kemal-i
hürmet ve itaatla şefkatlerine ve hizmetlerine bedel hâlis bir hürmet ve
sadıkane bir itaat ve vefatlarından sonra salahatıyla ve hayratıyla ve
dualarıyla onların defter-i a'maline hasenat yazdırmak ve onbeş seneden evvel
masumen ölmüş ise onlara kıyamette şefaatçi olmak ve Cennet'te onların
kucağında sevimli bir çocuk olmaktır. Şimdi ise terbiye-i İslâmiye yerine
mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden, ondan belki yirmiden belki kırktan bir
çocuk, ancak peder ve vâlidesinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine
mukabil mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir. Mütebâkisi endişelerle
şefkatlerini daima rencide ederek, o hakikî ve sadık dostlar olan peder ve
vâlidesine vicdan azabı çektirir ve âhirette de davacı olur: "Neden beni
imanla terbiye ettirmediniz?" Şefaat yerinde, şekvacı olur.
Kastamonu – 252
Kadınlığın fıtratında çocuk okşamak ve sevmek meyelanı var. Ve bir
evlâdının dünyada ona hizmeti ve âhirette de şefaati ve vâlidesi öldükten sonra
ona hasenatı ile yardımı, o meyl-i fıtrîyi kuvvetlendirip evlendirmeye
sevketmiş. Halbuki şimdi terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye ile on
taneden bir-iki hakikî evlâd, kendi vâlidesinin şefkatine mukabil fedakârane
hizmet ve dindarane dualarıyla ve hasenatlarıyla vâlidesinin defter-i a'maline
haseneler yazdırmak ve âhirette sâlih ise vâlidesine şefaat etmek ihtimaline
mukabil, ondan sekizi o haleti göstermediğinden; bu fıtrî meyl ve nefsanî
şevk ile o bîçare zaîfeler böyle ağır bir hayata kat'î mecbur olmadan girmemek
gerektir.
Emirdağ-2 – 49
Eğer hizmet-i Kur'aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır.
Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok Nur talebeleri var,
zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen
ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri
gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserîsi evlenmişler, bu
sünneti yerine getirmişlerdir.
Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir
mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin
meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçi olsunlar. Dünyada da iman dersini
alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o
çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada
faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?"
diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin
hikmetine münafî olur.
Hanımlar Rehberi – 29
Ve işte o Nur'un mübarek tercümanının ve mübarek şahs-ı manevîsinin
ﺍَﺟِﺮْﻧَﺎ ﻭَ
ﺍَﺟِﺮْ ﻭَﺍﻟِﺪَﻳْﻨَﺎ ﻭَ ﺍَﺟِﺮْ ﻃَﻠَﺒَﺔَ ﺭَﺳَﺎﺋِﻞِ ﺍﻟﻨُّﻮﺭِ ﻭَﻭَﺍﻟِﺪَﻳْﻬِﻢْ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ
ve emsali dualarının kabulüyle, şefaatıyla ve hürmetine, benim dehşetli
fakat Cehennem ateşi yanında hiç ehemmiyeti olmayan ateşimden, onun
şakirdlerinin, hâdimlerinin ve risalelerinin muhafızı bulunan mağazaları nasıl
âzad olmuş, kurtulmuş ise, sizler de o mübarek şakirdler gibi, o mübarek
daire-i kudsiyeye dehalet ettiğinizde; dünyevî ve uhrevî dehşetli ateşlerden
kurtulacak ve evlâd ü iyalinizin bir nevi çobanı olmak hasebiyle, o
sevgililerinizi de kurtaracaksınız.
Emirdağ-1 – 134
Aziz kardeşlerim, sizinle konuştuğum bu dakika iftar vaktine yarım saat
kalmış. Bayram gecesidir, hastalık şiddetlidir. Onun için fazla konuşamıyorum.
Bende büyük ve tehlikeli hastalıktan, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin
mu'cize gibi şifa duası kerametiyle o tehlike geçti. Fakat öyle şiddetli bir
öksürük, bir heyecan var ki, sizin gibi canımdan ziyade sevdiğim kardeşlerimle
konuşmayı kısa kesiyorum.
Yalnız bu kadar var ki, Isparta havalisinde yüzer genç Said'ler ve
Hüsrev'ler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zaîf Said, dünyadan kemal-i istirahat-i
kalble veda etmeye hazırdır. Ve bilhâssa mühim bir Medrese-i Nuriye olan Sava
Köyü'nün başta Hacı Hâfız olarak Ahmed'leri, Mehmed'leri, hattâ muhterem
hanımları (Tahir'in refika ve kerimeleri gibi) ve masum çocukları Risale-i
Nur'la meşgul olmalarını düşündükçe bu dünyada Cennet hayatının manevî bir
nev'ini zevk ediyorum, görüyorum. Oranın Ahmed'lerinin hediyesini umum o
köy hesabına bir teberrük deyip, öpüp başıma koydum.
Kastamonu – 101
Teessür ve ızdırab karşısında kalbden bir parça kopsa idi, bir genç
dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması
lâzım gelir.
İşte sizin vereceğiniz beraet kararı; İslâm gençliğinin, İslâm dünyasının
bu dehşetli âfetten tesirli bir şekilde kurtulmasına sebeb olacaktır. Ve beni
Bedîüzzaman ve onun eserlerine kopmaz bir bağla bağlayan saikten biri de budur.
Şualar – 550
Risale-i Nur'a herkesten ziyade iştiyak gösteren, masum gençler ve
çocuklardır. Binler numunesinden bir numunesi şudur: Bir zaman,
Bolvadin Kazasından geçerken, Üstad'ın geldiğini gören ilk ve orta mekteb
talebeleri, bilâ-istisna hepsi mektebin bahçesinden çıkarak arabanın etrafını
alıp selâm veriyorlardı; ve lisan-ı halleriyle "Hoş geldiniz" diyerek
tebriklerini ve minnettarlıklarını takdim ediyorlardı. Bunun hikmetini, bir
müddet evvel Emirdağı'nda, bindiği faytonun geçtiğini görüp tâ uzaklardan
dikenlere basarak "Bedîüzzaman Dede! Bedîüzzaman Dede!" diye Emirdağ
köylerinin yollarında koşuşan masum çocuklar münasebetiyle, üstadımızdan
sormuştuk. O zaman: "Bu masumların akılları derketmiyor, fakat ruhları
bir hiss-i kable'l-vuku' ile hissediyor ki; Risale-i Nur'la bunlar hem
imanlarını kurtaracak; hem vatanlarını, hem kendilerini, hem istikballerini
dehşetli tehlikelerden muhafaza edecekleri için bu hakikati kalbleri hissetmiş;
ve benim Risale-i Nur'un tercümanı olmam hasebiyle, Risale-i Nur'a ait
muhabbet, teşekkürat ve minnettarlığı bana gösteriyorlar." dedi ve onlara
dua ettiğini söyledi. Üstad Bedîüzzaman, çocukları pek sever, böyle etrafında
toplandıklarında: "Masum olduğunuz için dualarınız makbuldür, bana dua
ediniz." diye onlara iltifat ederdi. İşte, anneleri hep Nur Talebeleri
olan Bolvadin masumlarının samimî alâkalarının sebebi bu idi.}
Tarihçe-i Hayat - 160
Üstad'ın masum çocuklarla sohbet ve muhaveresi ise; çok ibretli ve
saadetlidir. Emirdağı ve civarı köylerinde, yanına gelen
masumlara, büyükler gibi ehemmiyet verip, kalben onlara müteveccih olurdu.
"Evlâdlarım! Siz masumsunuz, daha günahınız yoktur. Ben çok hastayım, bana
dua ediniz, sizin duanız makbuldür. Ben sizi manevî evlâdlarım ve talebelerim
olarak duama dâhil ettim." derdi. O çocuklar, gözlerinden akan muhabbet
nurlarıyla Üstad'ı selâmlarlar; Üstad, gafil büyüklerden ziyade, onlara
samimî ve ciddî selâm ederdi. Ve "Bunlar istikbalin Nur talebeleridir.
Bana olan bu alâka ve teveccühlerinin sebebi ise: Masum ruhları hissediyor ki;
Risale-i Nur, onların imdadına gelmiş. Ben de o Nur'un bir tercümanı olmam hasebiyle,
gayr-ı ihtiyarî bu fedakârane muhabbet ve alâkayı gösteriyorlar." derdi.
Tarihçe-i Hayat - 465
(Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Bir Mektubu)
Aziz sıddık kardeşlerimiz!
Mektubunuzdan, İslâm güneşinin bir ziyasını sezer gibi olduk. Yüzlerce
seneden beri insaniyet aleyhine, İslâmiyet zararına mütecaviz fikir neşreden
ehl-i küfrün tahriblerini tamir için ortaya atılan Risale-i Nur'un -sizlerin
mektubunuzdan- gençlerin arasına yayıldığını sezdik. Ebedî hayat yolunun
hakperest yolcuları, hayalî boş lâfları terkedip, Risale-i Nur'la küfür tohumlarını
eriteceklerdir. Nur'un talebeleri, ehl-i kalb ve imanın hakikî
kardeşleridirler. Siz kardeşlerimizin mektubları, bizlere hız veriyor ve
verecek. Kur'anın tefsiri olan Risale-i Nur, bize dalalette kalmanın ve
küfürle mücadele etmemenin bu zamanda büyük ahmaklık olduğunu bildiriyor.
Komünistliğin, anarşistliğin, masonluğun kuvvet kazandığı bir devirde en mühim
bir vazife, Nur'a hizmet etmek ve rıza-yı İlahîyi tahsil için onu isteyene vermektir.
Bu en baş ve en ehemmiyetli, en kıymetli ve mübarek vazifemizden bizi döndürmek
isteyen en ağır hücumlar dahi, bizlerin hızını arttıracaktır.
Risale-i Nur bize öğretiyor ve isbat ediyor ki: Bu dünya, bir
misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedeki vazifelerine dikkat
gösterdikleri nisbette memnun edilirler. Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz;
bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış
kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur'un dellâllığını
yapmaktır.
Bilhâssa ve bilhâssa şurası çok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki; en başta
ve en evvel Risale-i Nur'u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o
muazzam eser külliyatındaki Kur'an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz
etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir.
İşte bu nimet-i uzmaya nâil olan her genç ve herkes; bire yüz bin kuvvetinde,
kendine, vatan ve milletine faideli olur. Vatan, millet, gençlik ve Âlem-i
İslâm çapında hizmet edebilecek bir vaziyete gelebilir.
Bunun için, başta Hazret-i Üstadımız Bedîüzzaman ve onun hakikî ve
ihlaslı talebeleri olmaya lâyık sizlerden dua istirham ediyoruz ki; Risale-i
Nur'un mecmualarını bir an evvel temin edelim, arayalım, bulalım, dikkat,
tefekkür ve ihlasla okuyalım. Kur'an ve iman hizmetinde bu vaziyette koşalım.
Risale-i Nur'un bu asırdaki makbuliyetine işaret eden deliller fazlasıyla
mevcud olduğuna göre, insaf sahibi her mü'min kardeşimiz, onun tabiî bir
yardımcısıdır.
Asa-yı Musa – 249
Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i
dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak,
kendimizden başlayarak Nur'un dellâllığını yapmaktır.
Asa-yı Musa - 249