Risale-i Nur'da Mübarek Geceler Leyali-i Aşere
Evvelâ:
Emirdağ-1 – 262
Aziz, sıddık
kardeşlerim!
Bütün ruh ve kalb ve aklımla sizin leyali-i aşerenizi tebrik ederiz.
Siyaseti dine hizmetkâr yapmak ve ehvenüşşer ve siyaset-i İslamiye gibi hususlarda dindarları ve dine dost olan siyasîleri ikaz mahiyet...
Evvelâ:
Emirdağ-1 – 262
Aziz, sıddık
kardeşlerim!
Bütün ruh ve kalb ve aklımla sizin leyali-i aşerenizi tebrik ederiz.
Halbuki Allah'ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî herşey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve "Lâ ilahe illallah" kelime-i kudsiyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci' tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikatı onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevî cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Geçen hakikatlardan anlaşıldı ki; haşir mes'elesi öyle râsih bir hakikattır ki, Küre-i Arzı yerinden
kaldıracak, kırıp atacak bir kuvvet o hakikatı sarsamaz.
Zira o hakikatı Cenab-ı Hak bütün
esma ve sıfâtının iktizası ile tesbit ediyor ve Resul-i Ekrem'i bütün mu'cizat
ve berahiniyle tasdik ediyor ve Kur'an-ı Hakîm bütün hakaik ve âyâtıyla onu
isbat ediyor ve şu kâinat bütün âyât-ı tekviniye ve şuunat-ı hakîmanesi ile
şehadet ediyor.
Acaba hiç mümkün müdür ki; haşir mes'elesinde Vâcibü'l-Vücud ile bütün mevcudat -kâfirler müstesna olarak- ittifak etmiş olsun, kıl kadar kuvveti olmayan şübheler, şeytanî vesveseler o dağ gibi hakikat-i râsiha-i âliyeyi sarssın, yerinden kaldırsın? Hâşâ ve kellâ!
İki gündür hem
başımda, hem a'sabımda tesirli bir nezle ağrısı var. Böyle hallerde bir derece
dostlarla görüşmekten teselli ve ünsiyet almağa ihtiyacım içinde acib tecrid ve
yalnızlık vahşeti beni sıktı. Böyle bir nevi şekva kalbe geldi:
"Neden bu tazib oluyor, hizmetimize faidesi nedir?"
Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhâssa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?
İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa'y-i maddî itibariyle zaîf bir hayvandır, âciz bir mahluktur. Onun o cihetteki daire-i tasarrufatı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki; elini uzatsa ona yetişebilir. Hattâ, insanın eline dizginini veren hayvanat-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tenbelliğinden birer hisse almışlardır ki; yabani emsallerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (Ehlî keçi ve öküz, yabani keçi ve öküz gibi). Fakat o insan, infial ve kabul ve dua ve sual cihetinde, şu dünya hanında aziz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerim'e misafir olmuş ki nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış. Ve hadsiz bedî' masnuatını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş. Ve o misafirin tenezzühüne ve temaşasına ve istifadesine öyle büyük bir daire açıp müheyya etmiştir ki; o dairenin nısf-ı kutru -yani merkezden muhit hattına kadar- gözün kestiği miktar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.
Risale-i
Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum
çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa,
sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna
alabilir.
Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhâssa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤٰﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir.
Ehl-i dalaletin zilletindendir ittifakları, ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilafları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaîf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hattâ meslekleri dalalet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalalette bir ihlas, o dinsizlikte dinsizdarane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimî bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir.
Kadere iman, imanın
erkânındandır.
Yani: "Her şey, Cenab-ı
Hakk'ın takdiriyledir."
Kadere delail-i kat'iyye o kadar çoktur ki, hadd ü hesaba
gelmez.
Sözler – 468
(Kader ve cüz'-i ihtiyarî mes’elesi, Mi’rac mes’elesi gibi;)
Sözler - 464
Birisi âmiyane tevhiddir ki:
"Allah'ın şeriki yok ve bu kâinat Onun
mülküdür." der. Bu kısım tevhid sahiblerinin fikirce gaflet ve dalalete
düşmeleri korkusu vardır.
İkincisi hakikî tevhiddir ki:
İkinci
adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir.
Bütün o bahçede, o sarayda olan
işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemal-i
suhuletle işlediğini itikad eder.
Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp kemal-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir.
Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş.
Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti
doğurdu.
Ey Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki
Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler
netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt'alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve
beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete
inkılab etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir
ki Kur'an'a tâbi olur, ittifak eder.
Hutbe-i Şamiye – 32
Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni tâciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de fâidesi olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.
1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.
2. Sen, âni ve fâni zevklerin bekasını arıyorsun. Onun için, onun zevaliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.
değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risâle-i Nur'u âlet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz. Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.
Evvelâ: Kur'ân bizi siyasetten men etmiş, tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.
Copyright © 2023 SaidNur.net | Gizlilik | Tüm Hakları Saklıdır.