Ders ve ibret alınacak, çok faydalı bir yazı!
Bazen düşüncelerimi kontrol etmek istiyorum.
-Acaba doğru
düşünüyor muyum? diye kendime sorular soruyorum. Çevremden telkin edilen
görüşler isabetli mi, yoksa uydum kalabalığa diyerek mi düşünüyor, yaşıyorum?
Bu gibi sorular, doğru düşündüklerine inandığım maneviyat büyüklerinin davranışlarını incelemeye itiyor beni. İsterseniz düşüncelerine değer verdiğimiz İslam büyüklerinin anlayışlarına şöyle bir göz atalım. Dikkatimizi çekecek farklı bakışlar bulacak mıyız? Düşüncelerimizi düzeltecek değişik yorumlar görecek miyiz?
***Tabiin'in büyüklerinden Fudayl bin İyad'ın (107 Mekke)
çoğumuzun peşinde koştuğu tanınma, şöhret olma konusundaki düşüncelerini şöyle
bir gözden geçirelim isterseniz. Birçoğumuzun can attığı şöhret olma konusuna
nasıl bakıyor bir görelim. Diyor ki:
-Meşhur olmaya heves etme! Zira herkesin tanıdığı biri olmak
mutlaka lehine değildir! Nitekim hiç kimsenin tanımadığı biri olmak da mutlaka
aleyhine olmadığı gibi. Şunu unutma ki, Allah katında biliniyorsan kul katında
bilinmeyişin kıymetini azaltmaz. Ama Allah katında değer verilmiyorsan kul katında
şöhret olman da sana değer katmaz. Demek mühim olan, Allah katında tanınmak,
Resulullah yanında itibar sahibi olmak. İsterse kullardan hiç kimse seni
tanımasın, tek kişi de seni bilmesin.
Ne dersiniz bu değerlendirmeye? Biz de kendimize böyle
bakıyor, böyle yorumluyor muyuz hayatımızı?
***
Bir de Ahmed bin Hanbel Hazretleri'nin, hayattaki zorluk ve
sıkıntıları karşılama ölçüsüne bakalım. Maruz kalınan sıkıntı ve musibetler
hangi kuvvetle yenilirmiş, onun değerlendirmesinden dinleyelim. Abbasi halifelerinden
Mutasım'ın (H.220) Kur'an'ın mahluk olduğu yolundaki iddialarına uygun fetva
vermediği için vücudunda yaralar açılacak derecede dövülerek hapse atılmıştı.
Rutubetli hapishane bodrumundan çağrıldığı mahkemeye giderken halk yollara
dökülmüştü. Yol kenarındaki bir hayranı, Ahmed bin Hanbel'in hapishanede bir
hayli zayıfladığını görünce acıyarak:
-Eyvah! dedi, hocamız çok zayıflamış. Böylesine zayıf bir
bedenle bu bela ve musibetlere nasıl karşı koyacak?
Bu sözü duyan büyük imam şu cevabı verdi:
- Hayatta karşılaşılan sıkıntılara, zorluklara beden
kuvvetiyle değil iman kuvvetiyle karşı konur. İman kuvvetli ise bedenin zayıf
olması mazur getirmez. İman zayıfsa bedenin kuvvetli olması da dayanma gücü
sağlamaz. Sen bedenini değil imanını kuvvetlendirmeye bak. Sıkıntılara ancak
iman kuvvetiyle karşı konur, bunu hiç unutma!.
Burada aklımıza hemen şu soru geliyor:
-İnsana dayanma gücü kazandıran bu iman nasıl bir iman?
Neden oluşur acaba?
Bunu da büyük sahabi İbn-i Mes'ud'dan dinleyelim isterseniz.
İman nelerden oluşan bir bütündür, görelim. Diyor ki:
-İman, iki yarımdan oluşan bir bütündür. O bütünün yarısı
sabır, öteki yarısı da şükürdür. Hayatta maruz kalınan olaylar da aynıdır. Ya
sabrı gerektirir, ya da şükrü. Bir insanın imanı kuvvetli ise ikisini de
kolayca karşılayabilir. Çünkü hem sabrı, hem de şükrü içine alan bir imana
sahiptir!..
Ne dersiniz? Biz de imanı böyle anlıyor, olayları ya sabırla
ya da şükürle karşılamasını biliyor muyuz? Var mı hayata böyle bir imanla
bakışımız? Yoksa uydum kalabalığa kabilinden düşünmeden mi yaşıyoruz? Bu yüzden
mi varlık gelince şımarıyor, darlık gelince sıkılıp gerilime giriyoruz? Düşünmeye
değer mi?
AHMED ŞAHİN 18/02/2009