Bedîüzzaman Said Nursî Hayat Kronolojisi 1877-1960
1877 (Doğumu)
Bedîüzzaman Said Nursî
(Rumî 1293) tarihinde Bitlis vilayetine bağlı Hizan kazasının İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur. Babasının adı Mirza, anasının adı Nuriye’dir.
Bedîüzzaman Said Nursî Hayat Kronolojisi 1877-1960 1877 (Doğumu) Bedîüzzaman Said Nursî (Rumî 1293) tarihinde Bitlis vilayetine bağlı ...
(Rumî 1293) tarihinde Bitlis vilayetine bağlı Hizan kazasının İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur. Babasının adı Mirza, anasının adı Nuriye’dir.
İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa'y-i maddî itibariyle zaîf bir hayvandır, âciz bir mahluktur. Onun o cihetteki daire-i tasarrufatı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki; elini uzatsa ona yetişebilir. Hattâ, insanın eline dizginini veren hayvanat-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tenbelliğinden birer hisse almışlardır ki; yabani emsallerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (Ehlî keçi ve öküz, yabani keçi ve öküz gibi). Fakat o insan, infial ve kabul ve dua ve sual cihetinde, şu dünya hanında aziz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerim'e misafir olmuş ki nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış. Ve hadsiz bedî' masnuatını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş. Ve o misafirin tenezzühüne ve temaşasına ve istifadesine öyle büyük bir daire açıp müheyya etmiştir ki; o dairenin nısf-ı kutru -yani merkezden muhit hattına kadar- gözün kestiği miktar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.
Risale-i
Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum
çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa,
sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna
alabilir.
Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhâssa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤٰﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir.
Göçen Mareşal
Evet, bir mareşal böyle göçtü; başka tek kelimemiz yok! O Mareşal ki, bir zamanlar biricik ümidimizdi! Hadise malum; (D.P.)’nin taktika ağına çok ucuz ve çok kolay şekilde düştükten sonra, bir de, mücerret ve gerçekten gülünç bir takım tabir ve dâva maskeleri altında Kızıllara da kapılıvermek ve son prestij mangırına kadar harcanmak. Meğer Mareşalin gönüllerde Mareşal kalması için, evinden ve sükûtun dairesinden dışarıya tek adım atmaması lazımmış!...
Ehl-i dalaletin zilletindendir ittifakları, ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilafları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaîf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hattâ meslekleri dalalet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalalette bir ihlas, o dinsizlikte dinsizdarane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimî bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir.
Kadere iman, imanın
erkânındandır.
Yani: "Her şey, Cenab-ı
Hakk'ın takdiriyledir."
Kadere delail-i kat'iyye o kadar çoktur ki, hadd ü hesaba
gelmez.
Sözler – 468
(Kader ve cüz'-i ihtiyarî mes’elesi, Mi’rac mes’elesi gibi;)
Sözler - 464
Birisi âmiyane tevhiddir ki:
"Allah'ın şeriki yok ve bu kâinat Onun
mülküdür." der. Bu kısım tevhid sahiblerinin fikirce gaflet ve dalalete
düşmeleri korkusu vardır.
İkincisi hakikî tevhiddir ki:
Çocuk kokusu, cennet kokularındandır.
Her ağacın bir meyvesi vardır. Gönüllün meyvesi da çocuktur.
Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennetteki dereceniz
yükselir.
Çocuk sevgisi, Cehennem ateşine karşı perdedir.
Çocuklara iyilik etmek, Sıratı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennemden kurtuluştur.
Cennetteki "Sevinç sarayı"na, ancak çocukları sevindirenler girer.
Evladınıza ikram edin, nasıl ana-babanızın sizde hakkı varsa, evladınızın da sizde hakkı vardır.
Çocuksuz bir evin bereketi olmaz
İkinci
adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir.
Bütün o bahçede, o sarayda olan
işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemal-i
suhuletle işlediğini itikad eder.
Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp kemal-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir.
Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş.
15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir.
Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.
Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti
doğurdu.
Ey Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki
Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler
netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt'alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve
beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete
inkılab etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir
ki Kur'an'a tâbi olur, ittifak eder.
Hutbe-i Şamiye – 32
Allah rahmet eylesin.
Mekanı cennet olsun. Amin.
Mehmet Akay Balıkesir’lidir. 1957 yılında liseyi bitirdiği yıl Risale-i Nurları tanır ve o sene girdiği üniversite sınavında İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanır. İstanbul Süleymaniye Kirazlı Mescid Sokak 46 numaralı dershanede kalmaya başlar. Burada Bediüzzaman’ın bütün talebeleriyle tanışır ve onlarla ders arkadaşlığı yapar. Zübeyir Gündüzalp ile birlikte kalmaya başlar.
Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni tâciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de fâidesi olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.
1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.
2. Sen, âni ve fâni zevklerin bekasını arıyorsun. Onun için, onun zevaliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.
Hz. Mevlana'dan bir kaç manalı sözler.
"İbni Teymiye'yi okudum. Tarikata, şeyhe, rabıtaya
karşı çıkıyor. Buna ne dersiniz?"
Hanım, imam hatip lisesi mezunuymuş. Kitap okumayı ve dinî
hizmette bulunmayı çok severmiş. Fakat...
Evet, fakat kocası da başka bir kadınla yaşamaya başlamış. Ne yapmalıymış?
Dedim ki:
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Üç şey iyilik hazinesidir: Hastalığı, musibeti, sadakayı gizlemek. Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Mümin hastalanınca, ziyaretçilerine beni şikayet etmezse, etinin yerine daha iyi bir et, kanının yerine de daha iyi kan verip iyileştirir, günahlarını da affederim, ölürse rahmetime kavuşur." [Taberani]
değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risâle-i Nur'u âlet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz. Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.
Evvelâ: Kur'ân bizi siyasetten men etmiş, tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.
·
De ki:
"Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana
uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim."
(Yusuf Suresi, 108)
Kuran ayetlerinden anlaşıldığı üzere Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem ) insanları uyarıp korkuturken ve onlara Kuran'ı, güzel ahlakı öğretirken birçok zorluklarla karşılaşmıştır. Herkes hidayet ehli olmadığı için, kıskançlığından, kininden, öfkesinden dolayı Peygamberimiz (sav)'e zorluk çıkaranlar, söylediği sözü kavrayamayanlar, anladığı halde ağırdan alanlar, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem )'in söylediklerine inandım dediği halde gerçekte inanmayıp iki yüzlü davrananlar ve benzeri kötü ahlak gösterenler olmuştur. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem ) bunlara rağmen hiçbir zaman yılmadan dini anlatmaya büyük bir kararlılıkla devam etmiştir. Bu kişilerin tavırları bir ayette şöyle açıklanır:
Hıristiyanlık dini fen ve
medeniyeti kendine mal edip, iki silâhla galebe çaldı. Şimdi şarkta müthiş bir
silâh imal ediliyor. Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da
Hıristiyanlık İslâmiyet aleyhinde istimal edecektir.
Buna karşı dayanılmaz.
Babadır, evin ana direği,
O bilir ve yapar gereği,
Alır baltayı, bazan küreği,
Onla rahatlar, âile yüreği.
Âilerde baba, durmaz koşar,
Başka şeyi, hiç sevemez, boşar,
Evvela: Dahilde ve hariçte Nur’un manevi fütuhatını ve küre-i arzı bir medrese hükmüne getiren dersleri tebrik ederiz.
Adını koyamadığım bir hasretlik
Dudaklarımdan dökülürken titreyen kelimelersin
Sen adı övülmüş efendimsin
Sen güllerin efendisi Ahmetsin,
Sen sevgililer sevgilisi Muhammedsin
Ruhunu ve dil'ini yitiren bir medeniyet varolamaz; nasıl varolması gerektiğini bilemez. Bu medeniyetin çocukları ise, başkalarının, bambaşka vasatlarda geliştirdikleri "dil"leri konuşur; tarihte tatile çıkar, başkalarının yaptıkları tarihte oraya buraya sürüklenirler. Hiçbir zaman özne (üreten) olamaz; sadece nesne (tüketen) olurlar. Ortaya çıkan şey, bön ve berbat karikatür tipler ve durumlardır. Aşağılık kompleksi her bir tarafı kaplar artık.
Son Bediüzzaman yazım dolayısıyla yapılan tartışmalar, Bediüzzaman'ın anlaşılmadığı görüşümü doğrulamış oldu.
Müslümanların en
temel meselesi, "dil" meselesidir; yani İslâm'ı anlayarak ve
hayatımıza aktararak Müslümanca varoluş, yaşayış, duyuş, söyleyiş ve düşünüş
biçimleri vücûda getirebilme meselesi. Bu ise, bir plastisite ("yoğurulma"), bir usûl
meselesidir.
Dil meselesini de, Bediüzzaman'ı da anlayabilmenin yolu, İslâm'ın sunduğu, çağımızda Bediüzzaman'ın yeniden hayat ve hayatiyet kazandırdığı iki dile de vakıf ve hâkim olabilmekten geçiyor.
"Anahtar, Bediüzzaman/da/dır" derken, İkbal, Elmalılı, Babanzade, Akif, Filibeli Ahmet, Sait Halim Paşa, Şeriati, Mevdûdî, Seyyid Kutup, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi düşünürleri gözardı ediyor değilim.
Bediüzzaman'ı diğerlerinden ayıran iki temel özelliğe / farka dikkat çekiyorum: Birincisi, Bediüzzaman, dört çağın adamı olması ve iki dil üretmesi hasebiyle İslâm ilim ve düşünce geleneğinin son halkasıydı. İkincisi, Bediüzzaman, yalnızca ilimle uğraşmamış, ilmini amel'e tercüme ederek / eyleme dökerek bu topluma ve bu dünyaya esaslı bir ruh üflemiştir.
Son bir yüzyılda Müslümanların yetiştirdiği iki büyük düşünür var: Biri İkbal, diğeri Bediüzzaman. Ancak Bediüzzaman, İkbal'den daha büyük ve daha esaslı bir düşünürdür.
Bediüzzaman'ın popüler olması, esas itibariyle iyi bir gelişme değildir. Bilakis, bu, asıl iyi gelişmelerin önünde bir engeldir. Çünkü bu, Bediüzzaman'ın anlaşılmasıyla değil, anlaşılamamasıyla, hatta yanlış anlaşılmasıyla sonuçlanacaktır.
Duhuli ile müşerref olduğumuz (1442) sene-i devriye-i Hicrinizi can u dilden tebrik ve tes’id eder, tüm âlemi islâm ile birlikte memleketimize hayırlara vesile olmasını temenni ve niyaz ederiz.
Aziz kardeşim!
“Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil cehennem de lüzumsuz değil” prensibinden hareket ederek hicreti böyle tarif etmek gerek: Hicret demek Allah rızası için kötülükten iyiliğe. Günahlardan sevaplara. Haramlardan helale. Dünya geçimimizi temine çalışırken ebedi hayatı unutmamaya geçmek.
Copyright © 2025 SaidNur.net | Gizlilik | Tüm Hakları Saklıdır.